* Önemli Açıklama : Bu alandaki reklam görüntülerinin sitemizle ilgisi yoktur.
   
  KELTEPELİ OLMAK BİR AYRICALIKTIR
  HİCRİ YILBAŞI VE AŞURE
 
HİCRİ YILBAŞI
14 Ekim 2015 Çarşamba
1 Muharrem 1437
Hicri yılbaşının tüm İslam Alemine
hayırlar getirmesini dileriz.


HİCRİ YENİ YIL VE HİCRİ TAKVİM
Hicri yeni yıl münasebetiyle merhum M. Es'ad Coşan (R.ha.) Hocaefendi’nin 9 Mayıs 1997 tarihinde AKRA FM’de yaptıkları "Hicri Takvimin Geçmişi, Muharrem Ayı ve Aşûre Günü" konulu sohbetinin yazılı metnini istifadenize sunuyoruz...

Meselâ, Ramazan ayı çok mühim bir ibadet ayıdır ve hicrî-kamerî takvimle ilgilidir, yâni milâdî takvimde onu yerleştirmek mümkün olmuyor. Ayrıca hac ayı, son derece önemli; mühim bir gün olan arefe günü, o da Arafat'a hacıların çıktığı zamanki gün ki, o zamandan bir gün önce veya bir gün sonra, başka bir zamanda çıksalar olmaz. O da Zilhicce'nin dokuzudur, önemlidir, o bakımdan hicrî takvim cihan durdukça, müslümanlar yaşadıkça yaşayacaktır, hayırlı ve mübarek olsun...
Bu hicrî takvimin biraz açıklamasını yapmak istiyorum: Biliyorsunuz, Araplar hicrî-kamerî ayları, yâni Muharrem, Safer, Rebiül-evvel, Rebiul-âhir, Cumadel-ûlâ, Cumadel-âhir, Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkâde, Zilhicce diye isimlendirmişlerdir. Yâni birinci ay Muharrem, son ay, on ikinci ay Zilhiccedir. Araplar bu kamerî, hilâli gözlemeye dayalı takvimi, tarihçilerin rivâyetine göre Hazret-i İbrahim AS zamanından beri kullanmışlardır. Yâni Hazret-i İbrahim AS oğlu İsmâil'i getirip de, Hâcer vâlidemizle birlikte, şimdi Mekke-i Mükerreme'nin olduğu, ama o zaman boş bir saha olan, ekin bitmez, taşlık, kumluk bir vâdi olan yere iskân ettiği zamandan beri bu kamerî takvimin ayları kullanılmıştır. Sonra cahiliye devrinde bu ayların kullanılmasında bir takım te'hirler, geciktirmeler, öne almalar ve seneyi on iki ay değil de on üç ay yapmak gibi keyfî uygulamalar olmuştur. Peygamber SAS Efendimiz Vedâ Haccı'nda bu hususa temas ederek, nesî denilen aylarla oynamanın, onların zamanını değiştirmenin, öne arkaya almanın doğru olmadığını beyan buyurmuştur. Bu konuda âyet-i kerime de vardır.
 
 
HİCRİ YENİ YIL
Aziz ve sevgili kardeşlerim! Biliyorsunuz, bizim ülkemizde iki hattâ üç takvim var. Bu takvimlerden birisi asırlardır âlem-i İslâm'da kullanılan kamerî takvimdir, onun 1418'inci [ bu yıl 1436] senesine girmiş bulunuyoruz. Diğeri şemsî takvim, şu anda kullandığımız, batıdan uyarlanmış olan takvim oluyor. O, Hz. İsa ile ilgili olduğu için milâdî takvim diye adlandırılıyor. Fakat bizim bütün dinî çalışmalarımız, ibadetlerimiz hicrî-kamerî takvime göre düzenlenmiştir.
 
a. HİCRİ TAKVİMİN BAŞLANGICI 
Ayların oniki olduğunu, oniki ayın bir sene teşkil ettiğini âyet-i kerime de beyan ediyor, bismillahir-rahmanir-rahim:
 (İnne iddeteş-şuhûri indallâhi isnâ aşere şehran fî kitabillâhi yevme halekas-semâvâti vel-arda minhâ erba'atün hurum) Ayet-i kerimede geçtiği için şer'î bakımdan büyük bir açıklıkla, kesinlikle ifâde edilmiş olduğuna göre on iki ay bir senedir ve senenin dört ayı haram aylardır; çok mübarek, çok muhterem ve çok hürmetine riâyet edilmesi gereken aylardır. Bu dört haram ayın üç tanesi peş peşedir: Zilkâde, Zilhicce ve Muharrem; yâni eski senenin son iki ayı ve yeni başlayan senenin birinci ayı... Bu aylar hac aylarıdır, hac mevsimidir. Bu aylarda ceng ü cidal, kavga, yol kesme vs. gibi şeylerden Araplar son derece sakınırlardı, yapmazlardı. Aralarında kan davası olsa, husûmet olsa bile hasmını görmezlikten gelirlerdi.
Bu dört haram aydan bir tanesi Receb ayıdır. Yâni Ramazan ayından bir önceki aydır. Mübarek üçayların (Receb, Şa'ban, Ramazan) ilkidir. Geçtiğimiz konuşmalarımızda, Receb ayı girdiği zaman bunu güzelce açıklamıştık.
Demek ki şimdi, haccın yapıldığı Zilhicce ayı bitti ve yeni yılın Muharrem ayı başlamış oldu. Yeni yılı bütün âlem-i İslâm'a, müslümanlara kutlu olsun, mutlu olsun diye temennî ediyoruz.
Bunun nasıl kararlaştırıldığı hakkında da tarihî bilgi verelim: Peygamber SAS Efendimiz'in zamanında o yörede kullanılan belli bir tarihleme yoktu. Belirli mühim olayları zikrederek, "ondan şu kadar önce, bundan şu kadar sonra" diye anlatırlardı. Meselâ Fil olayı bir mühim olaydı; işte Ebrehe ordusuyla Kâbe'yi yıkmak için Arafat'a kadar, Müzdelife'ye kadar içinde fil olan ordusuyla geldi. Fakat ebâbil kuşlarının onların üzerine attıkları taşlarla, ordu münhezim ve perişan oldu.
Bu çok mühim bir olay... Kur'an-ı Kerim'de:
(Elem tera keyfe feale rabbüke biashabil-fîl...) diye başlayan âyetlerle vukuu anlatılan, Araplarca ma'ruf, meşhur bir olay, çok olağanüstü bir olay. Büyük bir ordu Mekke'nin yakınında kadar geliyor. Fakat Mekkeli'ler çarpışmadan, bir takım manevî musibetlerle münhezim ve perişan olarak, yenik ekin taneleri gibi bitik olarak dönüp gidiyorlar.
Bu fil olayı diye geçer. Onun için, Araplar'ın bir olayı anlatacakları zaman, "Fil yılında oldu. Fil yılından iki sene önce oldu. Üç sene sonra oldu." gibi böyle isimlendirmeleri vardı.
Peygamber SAS Efendimiz'in zamanında da buna benzer isimlendirmelere rastlıyoruz. Meselâ Müslümanlar, Kureyş kendilerine çok zulmedince Peygamber Efendimiz'den izin istediler, hicret etmeye izin çıktı; ona Senetül-izn dediler. Böyle bir isimlenedirme... Sonra meselâ mühim vefat hadiselerinin olduğu seneye: Senetül-hüzn dediler. Meselâ, müşriklerle savaşa izin çıktığı zaman, "Onlar size nasıl saldırıyorsa, nasıl sizinle savaşıyorlarsa siz de karşılık verin, çarpışın!" diye savaşmaya, savunmaya müsâde olunan yıla da, Senetül-kıtal denildi.
Tabii bu Peygamber Efendimiz'in hayatında mühim olaylarla bunları anlatmak kolay oldu. Fakat Peygamber Efendimiz'in vefatından sonra bu işte bazı sıkıntılar başladı. Bir olayın vukûnu nasıl anlatacaklar?.. Hazret-i Ömer RA'ın halifeliği zamanında, hicretten 17 yıl geçtiği sırada, Hz. Ömer'in Yemen'e hâkim ve kadı olarak gönderdiği Ebû Mûsâ el-Eş'arî RA, halifeye bir resmî yazı göndermiş; "Şa'ban ayı" diye bir tarih atmış ama, ay ismi var fakat gerisi yok... Tereddüt hâsıl olmuş, mektup Yemen'den halife Ömer'in eline ulaştığı zaman: "Acaba hangi Şa'ban, şu yakındaki Şa'ban mı, yoksa daha önceki Şa'ban mı?.." diye... Bunun üzerine ashabdan bazı kimseler ve sevgili büyüğümüz Hz. Ali RA Efendimiz, demişler ki: "Bu olaylar gittikçe karışabilir, bir tarihleme yapmamız lâzım, bu husustaki karışmaları engellememiz gerekiyor." diye tedbir önermişler, ihtar etmişler, teklif etmişler halifeye...
Onun üzerine çeşitli ihtimaller düşünülmüş: "Acaba Rumlar'ın takvimini mi kullanalım, Fürslerin, yâni İranlılar'ın takvimini mi kullanalım?" diye. Fakat onlar güneş takvimi olduğu için, güneş takvimini çöldeki insanlar hangi alâmetle bilecekler? Onu tesbit etmek ve uygulamak zor olduğundan, yine an'anevî, ayın durumuna göre olan takvim üzerinde karar kılınmış.
Biliyorsunuz, Ay Dünya'nın etrafında döner. Bu dönmesi itibârî olarak 29 buçuk gündür. Bu buçuk bazen aya eklenir 30 gün olur, bazen ötekisinden alınmış, eklenmiş olduğu için 29 gün olur. Ama bunun uygulaması o devrin şartları altında çok kolaydı. Hesap yapılamadığı için haberleşme zor olduğu için, bunun hesaplanması gayet kolaydı. Ay 29 günlük devri esnasında dönerken bir noktaya gelir ki Güneş'e yaklaşır, Güneş'le aynı hizaya gelir. Güneş'le olan hizası aynı olunca, ictimâ hâli deniliyor. İctimâ hâlinden sonra, batı ufkunda güneş battıktan sonra görülen ilk hilâl, yeni ayın başlangıcıdır diye bir herkesin gördüğü bâriz bir işaret olmuştur.
Onun için yeni hilâl, Farsça tâbiriyle nev hilâl yeni bir ayın başlangıcıdır. Böylece "Ramazan ne zaman giriyor, Şevval ne zaman giriyor, bayram ne zaman yapmak lâzım, hac ayı Zilhicce ne zaman başladı, Muharrem ne zaman başladı?" gibi soruların cevabı, görsel olarak batı ufkuna bakıldığı zaman, hilâl görününce anlaşılıyor. Yeni hilâl doğduğu zaman, göründüğü zaman yeni bir ay başlamış oluyor. Efendimiz bunu kendi hayatında da uygulamış, yeni hilâli gördüğü zaman el açmış, dua eylemiş, Peygamber SAS Efendimiz'in:
"--Yâ Rabbî bu ayı bizim için bir hilâl-i rüşd ve bereket eyle! Bu ay hakkımızda hayırlı olsun..." diye duaları var. İşte o uygulaması çok kolay olan, çok sâde olan, herkes tarafından anlaşılabilir olan ve tarihî, an'anevî olan takvimi seçmişler. Hazret-i Ömer zamanında böylece, takvim meselesi üzerine bir kararlaştırma olmuş.
Fakat başlangıcı ne zaman olarak alacaklar, bunu düşünmüşler. Tamam kamerî takvimi kullanacaklar, hilâl esasına göre ayları hesaplayacaklar ama, bu yıllamanın, yılların rakamlandırılmasının, sıralandırılmasının başlangıcı ne olacak?.. Hz. Peygamber SAS Efendimiz'in doğumunu düşünmüşler, fakat doğumunda çeşitli rivâyetler olmuş: "Rebiül-evvel'in on ikisi miydi, sekizimiydi?" diye çeşitli rivâyetler olduğu için onda karar kılmamışlar; vefatı belli, hepsi tarafından biliniyor ama, vefat da bizler için bir hüzünlü olay, bir ayrılık, bir firak olduğu için onu da seçmeyi uygun görmemişler. İslâm'ın izzet ve şevket ve satvetinde çok önemli bir olay olan, dönüm noktası olan hicreti seçmişler.
Çünkü hicrete kadar müslümanlar Mekke-i Mükerreme'de işkence altında, baskı altında, abluka altında, iktisâdî bakından ezilen, horlanan, işkence gören bir toplum idi. Onun için Mekke'yi terketmek zorunda kalmışlardı, izin öyle çıkmıştı. Ama hicret ettikten sonra, yâni Medineliler: "Yâ Rasûlallah, bize gelin biz siz bağrımıza basarız, kendimizi koruduğumuz gibi korururuz, mallarımızı canlarımızı koruduğumuz gibi size riâyet ederiz" diye Medine'ye davet ettikten sonra Peygamber Efendimiz Medine'ye hicret edince İslâm'ın hâli, şânı değişti; mâkus olan durum güzel hâle döndü ve müslümanlar orada rahat yaşamaya başladılar. Sonunda da, kendilerine zulmeden müşrikleri yenerek şirki, küfrü Arap diyârından sürdüler, İslâm hâkim oldu...
Hz. Ömer zamanında ashab-ı kirâm ve bu işi düşünen mübarek insanlar, --rıdvanullahu aleyhim ecmaîn-- bu İslâm'ın hâkimiyetinin, gâlibiyetinin başlangıç noktası Peygamber Efendimiz'in hicreti olduğu için bunu seçtiler. Böylece Peygamber Efendimiz'in Mekke-i Mükerreme'den Medine-i Münevvere'ye hicreti sıfır, başlangıç olarak kabul edildi: "Hicretten önce, hicretten sonra..." diye yıllar isimlendirilmeye başlandı.
Yalnız hangi ay seçilecekti?.. An'anevî olan, İbrahim AS'dan beri senenin başlangıcı Muharrem ayıydı. Fakat Peygamber SAS Efendimiz, Safer ayının sonunda Mekke-i Mükerreme'den çıkıp Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz'le Medine-i Münevvere'ye harekete geçmişti ve önce Kubâ Köyü'ne gelmişti. Orada üç gün kaldıktın sonra, 13 Rebiül-evvel'de Medine-i Münevvere'ye dahil olmuştu. Yâni hicret Safer'de başladı, Rebiül-evvel'in ortasına kadar devam etti bu hicert olayı... Bu günler Muharrem, Safer ve Safer'in ortası; arada bir zaman farkı var, işte bu zamanı nasıl yapalım diye düşündüler. Araplar'ın an'anevî yılbaşına dayamayı uygun gördüler ve geriye doğru giderek hicretin olduğu senenin Muharrem'ini esas aldılar. Daha Peygamber Efendimiz Mekke'deyken olan Muharrem ayı, yeni hicrî takvimin başlangıcı oldu. Ondan sonra, "Hicretin birinci yılı, ikinci yılı, üçüncü yılı..." diye devam etti.
Demek ki böylece, Hazret-i Ömer zamanında kararlaştırılmış olan hicrî takvimlemenin üzerinden 1418 [1434] yıl geçmiş oluyor ve biz 1418 [1434] hicrî yılına başlamış oluyoruz. Böylece bir İslâmî, ictimaî olayı, oluşu, kararı size anlatmış oldum.

b. MUHARREM AYI
Tabii bizim konuşmamız bir taraftan yeni yılı tebriktir, bir sevinç vesîlesidir, tebrikleşme güzel bir olay... Bir taraftan da işin dinî yönünü dâima size hatırlatıyoruz, yâni ibadetleri önceden ihtar ediyoruz, hazırlanın diye... Bu bakımdan şimdi gelelim işin dinî yönüne:
Dinî yönden Muharrem ayı önemli bir aydır. Neden önemlidir? Dört muhterem aydan, haram aylardan bir tanesi olduğu için önemlidir. Yâni Kur'an-ı Kerim'le tescil edilmiş bir muhteremliği, mübarekliği var, bu bakımdan önemli bir aydır. Mücahid'in ibn-i Abbas RA'dan rivâyet ettiğine göre, Peygamber SAS Efendimiz de hadis-i şerifinde buyurmuşlar ki:
(Men sâme yevmen minel-muharrem felehû bikülli yevmin selâsûne yevmen) Kısa, müjdeli bir hadis-i şerif, Muharrem ayı içinde oruç tutmamız teşvik ediliyor. Bu hadis-i şerifi İbn-i Abbas, yâni Peygamberimiz'in amcası Abbas'ın oğlu Abdullah rivâyet etmiş, Peygamber SAS buyurmuş ki:
 
 
"Kim Muharrem ayı içinde bir gün oruç tutarsa, tuttuğu her gün için otuz gün oruç tutmuş gibi sevap verilir."
Demek ki, bir kere oruca teşvik var. Biz de kardeşlerimizi bu oruç hususunda uyarıyoruz. Muharrem ayı girmiştir, çokça oruç tutun; bir gününe otuz gün veriliyor. Yâni tabii, bildiğimiz umûmî kâide, yapılan bir iyiliğin karşılığının en aşağı on misli olmasıdır. Burda on mislinden fazla, otuz misli oluyor. Demek ki bir gün oruç tutsa, otuz gün tutmuş gibi sevap kazanacak, güzel bir şey... Oruç tutmanızı tavsiye ederiz.
Sonra, Ebû Hüreyre RA'dan diğer bir hadis-i şerif nakledelim, sohbetimiz Rasûlullah Efendimiz'in mübarek sözleriyle şereflensin, zinetlensin diye.
(Efdales-sıyâmi ba'de ramadân, şehrullâhillezî ted'nehül-muharrem) buyurmuş Rasûlüllah SAS Efendimiz. Mânâ-i münîfi, mübarek mânâsı şöyle: "Ramazan ayından sonra tutulan oruçların en şereflisi, en fazîletlisi Muharrem ayında tutulan oruçtur."
Bu hadis-i şerifin devamı da var: "Farz namazlardan sonra, en fazîletli namaz da geceleyin kılınan namazdır, yâni teheccüd namazıdır."
Onun için bu konuşmamda size, sevap kazanmanızı istediğim için, hem Muharrem'de oruç tutmanızı tavsiye ederim, hem de geceleyin teheccüd namazına kalkmanızı tavsiye ederim. Bu hususta: "Geceleyin kılınan iki rekât namaz, dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyden daha hayırlıdır." diye hadis-i şerifler de var. Bunu da hatırınızda tutun ve bunları yapmağa çalışın!..
Diğer bir hadis-i şerifi daha okumak istiyorum, ibn-i Abbas RA Rasûlullah SAS'in bir teşviki daha var, ama bu teşviki geçtiğimiz cumada yapsaydım uygulayabilirdiniz, şimdi biraz kaçmış oluyor, bir dahaki seneye hatırınızda olsun, benim de hatırımda olsun inşaallah... Buyurmuş ki Peygamber Efendimiz:
(Men sâme âhira yevmin min zilhicceti ve evvele yevmin minel-muharrem fekad hâtemes-senetel-mâdıyete bisavmin vesteftehas-senetel-müstakbilete bisavmin fecealellâhu azze ve celle lehû keffârete hamsîne seneh.) "Bir insan geçmiş senenin son günü olan Zilhicce'nin sonuncu gününü oruçlu geçirirse..." Yâni bizim bu senemizde uygulamamız nasıl olacaktı? Eğer çarşamba ve perşembe günü oruç tutulsaydı, Zilhicce'nin son günü ve Muharrem'in birinci günü oruç tutulmuş olacaktı: "Böyle yapan bir kimse geçen giden seneyi oruçla kapatmış olur ve gelen yeni seneyi oruçla başlatmış olur. Allah böyle davranışını onun için elli yıllık günahına kefaret vesilesi eyler." diye Peygamber SAS Efendimiz müjdeliyor...
Demek ki, bu senenin sonundaki takvime münâsip bir yere yazalım, aklımıza yazalım, not alalım, kaydedelim; bir dahaki senenin sonunda, yâni bir dahaki sene hac mevsimi gelip bittikten sonra, hicrî yılbaşından önceki Zilhicce'nin son gününü ve hicrî yılbaşı gününü, birinci gününü oruçla geçirmeye şimdiden niyet edelim.
Biliyorsunuz, niyet etmek çok güzel bir şeydir. İnsan niyet ettiği şeyi herhangi bir mâni çıkar da yapamazsa bile, yâni hastalansa yapamazsa bile Allah o sevabı verir. Onun için ben şahsen, kendim niyet ediyorum, Allah ömür verirse bu senenin sonuna erişirsek, 1418 hicrî yılının sonuna haccetmeye niyet ediyorum. Haccettikten sonra da Zilhicce'nin son günü oruç tutmağa şimdiden niyet ediyorum; gelecek 1419 (gelecek yıl 1434) yılının birinci gününde oruç tutmağa niyet ediyorum.
"Hocam böyle ileriye dönük niyetler niye?" derseniz, bu hadisten dolayı... Çünkü bunu geçtiğimiz cuma size hatırlatmam lâzımdı, hatırlatamadım, bu hadis-i şerif şimdi gözümün önüne geldi. Hiç olmazsa önümüzdeki seneye niyet edelim, erişsek de erişmesek de --Allah sıhhatli, âfiyetli, nice nice kutlu ve mutlu yıllara erişitirsin-- şimdiden niyet edelim, o sevabı alalım.
Böylece Ramazan ayının dışında tutulan, farz olmayan, fazîletli, sevaplı ki bunun dindeki tâbiri nafile oruç... Yâni, "Sevaplı fazîletli oruçların en üstünü Muharrem ayında tutulan oruçtur." diye, bunu da sizlere hatırlatmış oldum, Peygamber SAS Efendimiz'den nakletmiş oldum...
 c. AŞÛRE GÜNÜ ( Muharrem ayının 10 'u - 24 Kasım 2012 Cumartesi )
Âşure günü de çok önemli, mübarek günlerden birisidir. Âşure gününü inşaallah önümüzdeki cuma günü size anlatacağım, çünkü ondan sonra gelecek... Âşure günü Muharrem ayının mühim olaylarının cereyan etmiş olduğu bir günüdür. Onun da oruçla geçirilmesi lâzım!..
Âşure gününü ya ondan bir önceki günle bağlayarak, yâni önümüzdeki cumayı ve cumartesiyi oruçla geçirmek iyi olur. Ya da bir sonraki günle beraber, yâni cumartesiyi ve pazarı peş peşe tutmak lâzım!..
--Niye böyle oluyor?
Peygamber SAS Efendimiz öyle tavsiye buyurmuş.
Peygamber SAS'in zamanında Medine'de yahudiler de var idiler, Arabistan'ın bazı yerlerinde kabileler hâlinde bulunuyorlardı. Peygamber SAS Efendimiz Medine-i Münevvere'ye hicret buyurduğu zaman onların Âşure gününde oruç tuttuğunu görünce, sebebini sordu:
"--Niye siz böyle oruç tutuyorsunuz?" dedi.
Dediler ki:
"--Mûsâ AS Firavun'un zulmünden Âşure gününde kurtuldu."
Peygamber Efendimiz:
"--Mûsâ AS bize sizden daha yakındır, o halde biz de tutarız." dedi.
Burda çok önemli bir ifâde var yâni Yahudiler Mûsâ AS'ın çizgisinden ayrıldıkları için, "Biz Mûsâ AS'a daha samîmîyiz, daha yakınız; o bize sevgili, biz ona sevgiliyiz." diyor. O bakımdan Peygamber Efendimiz onun Firavun'dan kurtulma gününde o orucu tutmayı tavsiye buyurdu, kendisi de tuttu.
Zaten Kureyş Kabilesi de Mekke'de iken, yâni Peygamber Efendimiz'in ilk doğduğu çevrede de Âşure günü orucu tutulurdu. İbrahim AS'dan beri bir töre ve an'ane olarak geliyor, zaten tutarlardı... Yalnız burada Peygamber Efendimiz Yahudiler'e benzemek gibi bir durumu istemedi, çünkü başka zaman da buyuruyor ki:
"Yahudilere, Hristiyanlara benzemeyin, karışıklık olmasın, çünkü onlar doğru çizgiden çıktılar, onlara benzemek uygun olmaz. (Hâlifül-yehûde ven-nasârâ) Yahudiler ve Nasraniler'e muhalif, aykırı, onlar gibi olmayan bir şekilde davranın!" 
Demek ki bizim kendi İslâmî benliğimizi, örfümüzü, töremizi ortaya koymamız ve her hareketimizi ona göre müslümanca, Rasûlüllah'ın tavsiye buyurduğu tarzda, sünnetine uygun şekilde tanzim etmemiz gerekiyor. Onlara benzememenin şekli tahakkuk etsin diye; ya Âşure gününden bir gün evvel başlayıp Muharrem'in 9'u ve 10'unu  tutarsınız; ya da cumartesiyi ve pazarı tutarak yahudilere benzemeden Efendimiz'in tavsiye ettiği şekilde Âşure orucunu ihyâ mümkün olur.
Peygamber Efendimiz, Ramazan orucu farz kılınıncaya kadar Âşure orucunu çok önemli olarak tavsiye buyururdu. Âyet-i kerime ile Ramazan orucu emredilince, Efendimiz ondan sonraki sevaplı oruçları ihtiyarî hâle getirdi; "İsterseniz tutarsınız; tutmazsanız da bir şey gerekmez, çünkü artık Ramazan orucu, farz oruç var." diye buyurdu.
İşte böylece önümüzdeki cuma gününe kadar, zamanınızı nasıl sevaplı geçirebilirsiniz diye anlatmış oluyorum, sevaplı şeyleri sizlere nakletmiş oluyorum. Muharreminizi oruçlarla, ibadetlerle değerlendirmeğe gayret edin! Önümüzdeki cuma günü oruca niyet edebilirsiniz. Sırf cuma gününe mahsus oruç tutmak yoktur ama, ondan önce ve ondan sonrasıyla bağlantılı olarak tutulabilir. Önümüzdeki cuma, cumartesiyle birlikte oruç tutabilirsiniz... Bir de takviminizin sonuna not alacaksınız; inşaallah bir dahaki hicrî senenin başlangıcında, Zilhicce'nin son günüyle, Muharrem'in birici gününü de oruçlu geçirmeye çalışacağız. Çünkü elli senelik hatalara, günahlara kefaret olacağını hadis-i şerifte okumuştuk.
Aziz ve sevgili dinleyiciler, bu konuşmamız AK Radyo'ya veriliyor. Böylece size sevaplı olan şeyleri hatırlatmış oldum. Sevap kazanmanıza vesîle olacak, Efendimiz'in tavsiye etmiş olduğu ibadetleri hatırlatmış oldum.
Yeni yılınız mutlu olsun, mübarek olsun... Feyizlerle, kazançlarla, başarılarla, tatlılıklarla, mutluluklarla dolu olsun... Allah-u Teâlâ Hazretleri dünyanın ve ahiretin her türlü hayırlarını sizlere, bizlere ve bütün ümmet-i Muhammed kardeşlerimize ihsân eylesin...
Tabii, arada içimden bir açıklama hissi geliyor, yâni hep Müslümanlara istiyoruz da başkalarına bir şey yok mu?.. Tabii biz bütün insanların iyiliğini istiyoruz, bütün insanları Hz. Âdem'in evlâtları olarak görüyoruz. Hattâ bütün mahlûkâtın iyiliğini istiyoruz, karıncayı bile ezmek istemeyiz. Her şeyi, çevreyi korumak isteriz. Kâfirler, Müslüman olmayan insanlar için bizim bakış tarzımız, düşüncemiz nedir? Allah hidâyet versin, yanlışlıktan korusun... Boş şeylere bâtıl şeylere ibadet etmekten, Allah'ın sevmediği, gazap ettiği yanlış inançlara takılı kalmaktan veyahut günahlarla, şeytana uyarak, nefse uyarak ömür sürmekten tabii büyük zararlar olacaktır, kâfir ebediyyen cehennemde yanacaktır, günahkâr da cezâsını çekecektir... Onun için bütün insanlara temennimiz: Allah hidayet versin, şaşıranları doğru yola sevk etsin... İslâm'ın güzelliğini anlayıp, Allah'ın rızâsına uygun, Allah'ın sevdiği, râzı olduğu din olan İslâm'ı anlamış, kavramış ve inanmış olarak, Allah'ın sevdiği mü'min kul olarak yaşamayı, güzel işler yapmayı; insanlık için, dünya ve ahiret hayatı için fâideli işler yapmayı Allah cümlemize nasib eylesin... Cümlemize hayırlı, uzun ömürler ihsân etsin... Nice nice mutlu, mübarek, kutlu yıllara Allah-u Teâlâ Hazretleri sizleri, sevdiklerinizle, dostlarınızla, ailelerinizle beraber eriştirsin, aziz ve sevgili seyirciler ve dinleyiciler!..
 
Esselâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû!..


 
HİCRİ TAKVİM'İN ÖNEMİNİ İDRAK EDELİM!
Avustralya’nın Brisbane şehrinde, 13 Safer 1427 / 13 Mart 2006 tarihinde gerçekleştirilen “Prof. Dr. M. Es’ad Coşan (Rh.A.) Hocaefendi’yi Yad Programı”ndaki Muharrem Nureddin Coşan Hocaefendi’nin yad konuşmasını, Hicri Yeni Yıl münasebetiyle sadeleştirerek yayınlıyoruz.
Azîz ve değerli arkadaşlar;
Hicri Takvim ne demek?
Hattâ takvim ne demek?
Takvim, zamanı günlere, aylara, yıllara bölme metodudur.
İnsanlar zamanı ölçerken, ölçü aracı olarak güneşi ve ayı kullanmışlardır.
Güneşi kullananlar, dünyanın güneş etrafındaki bir tam dönüşünü esas almışlardır.
365 gün 6 saat.
Bu şekilde oluşturulan takvimlere ''güneş takvimi” diyoruz.
Ay'ı kullananlar ise ayın dünya etrafında 12 kez dönmesini, 12 x 29.5 = 354 günü esas almışlardır. Bu şekilde oluşturulan takvimlere “ay takvimi” diyoruz.
İlk güneş takvimini Mısırlılar, ay takvimini ise Sümerler oluşturmuşlardır.
Her toplum kendi takvimini oluştururken, kendileri için önemli saydıkları bir günü başlangıç olarak almışlardır. Romalılar, Roma’nın kuruluşunu, Hıristiyanlar, Hz. İsa (a.s.)’ın doğumunu tarih başlangıcı olarak kabul etmişlerdir.
Hz. İsâ'nın doğumunu tarih başlangıcı olarak kabul eden Milâdî Takvim, temeli Mısırlılar’dan gelen, güneş hareketlerini esâs alan takvimdir, İyon ve Yunanlılar kanalıyla Batı’ya aktarılmıştır. Romalılar, Sezar zamanında, "Jülyen Takvimi" olarak düzenlemiş ve kullanmıştır.
Yeni çağda Papa XII. Gregor tarafından düzenlenerek "Gregoryen Takvimi” olarak anılmıştır.
Gregoryen Takvimi, 1926 yılından itibaren Türkiye'de kullanılmaya başlayan ve Batı dünyasında en yaygın kullanılan takvimdir.
'Artık-yıl' hesaplamasındaki ufak bir fark dışında Jülyen Takvimi ile aynıdır. Jülyen takvimi 'artık-yıl' hesaplamasında, her 128 yılda bir günlük kayma oluşturduğundan Gregoryen Takvimi kullanımına 16. yüzyıldan itibaren geçilmiştir.
Yani bugün kullandığımız, Miladi Takvim diye bildiğimiz, 13 Mart 2006 gününü yaşadığımız takvim, Gregoryen Takvimi diye anılıyor. Eski Mısırlılar’dan gelme bir takvim. Batı dünyası 16. yüzyıldan itibaren Jülyen Takvimi’ni biraz değiştirerek kullanmaya başlamış. Jülyen Takvimi ile bunun arasındaki fark, artık-yıl hesaplamasında her 128 yılda bir günlük kayma oluşuyor, Jülyen Takvimi’nde...
Papa XII. Gregor tarafından bu değiştirilmiş, 16. yüzyıldan itibaren Gregoryen Takvimi olarak Miladi Takvim kullanımı Batı dünyasında devam etmiştir. Biz de 1926 yılındaki kanun değişikliğiyle bu takvimi kabul edip bu takvimi uyguluyoruz, Türkiye olarak.
Hicrî takvim ise Ay’ın hareketlerine göre zamanı hesaplayan ve 622 milâdi yılında, Server-i Ser Efendimiz (s.a.s.)'in Medîne’ye hicretini târihin başlangıcı olarak kabul eden takvimdir.
Kur'ân-ı Kerim, mesajının tamamını ay takvimi esâsına göre indirmiştir. Hicri Takvim ay takvimidir. Kur’an-ı Kerim’in içindeki açıklamalar Hicri Takvim düzenine göre, aylara göre düzenlenmiştir. Biz, içinden aldığımız bilgileri, uygulamaları ay takvimine göre yapıyoruz. Mesela, içinde bin aydan hayırlı bir gece olan, Kur'ân-ı Kerîm'in de indirilişinin tamamlandığı gece, yine ay hareketlerine göre hesaplanmıştır, Miladi Takvime göre hesaplanmamıştır. Ramazan ayının son 10 gününde aranması Peygamber Efendimiz tarafından bize tavsiye edilmiştir.
Haccın ne zaman başlayacağı, temel ibadetlerimizden orucun ne zaman başlayacağı, hangi gece veya gündüzlerin diğer gecelerden üstün olduğu veya feyiz ve bereket açısından daha önemli olduğu hep Hicrî Takvim esâsına göre belirlenmiştir.
Her ayın “eyyamı bîyd” denilen 13,14,15’i Hicri Takvime göre hesaplanır, Miladi Takvime göre değil. O günlerde oruç tutmak çok sevaplıdır.
Ramazan ayının başlangıcı Hicri Takvime göre hesaplanır, Miladi Takvim’de yoktur. Her sene değişir.
Haccın başlangıcı Zilhicce ayı yine Miladi Takvim’de yoktur. Hicri Takvime göre hesaplanır. Bütün Kur’an-ı Kerim mesajları Hicri Takvime göre düzenlenmiştir.
Dolayısıyla ben bu bilgiler ışığında, sevdiğimiz insanların, doğum yıldönümlerinin Hicrî Takvime göre idrâk edip kutlamanın ve dualarımızı, hediyelerimizi o günlerde arttırmanın doğruluğuna kanâat getirdim.
Bizler inşallah bundan sonra, sevdiklerimizin Hicrî Takvim’e göre doğumlarını ve önemli tarihlerini belirleyecek ve Hicri Takvim’e göre törenlerimizi düzenleyeceğiz.
Belki bundan sonra doğacak olan evlatlarımızı da Hicri Takvime göre doğum tarihlerini yazıp o tarihlere göre anılmalarını da vasiyet edeceğiz ki, inancımıza uygun şekilde ibadetlerimizi yapmamıza fayda sağlayan Hicri Takvimin hayatımızda ne kadar önemli bir yeri olduğunu idrak edelim.
Ben sözü daha fazla uzatmak istemiyorum.
Allah (c.c.) sizlerden razı olsun. Yolundan inşallah ayırmasın.
Esselâmü Aleyküm ve Rahmetullâhi ve Berakâtühû.
 
 
 
 
 
  Bugün 79 ziyaretçiburdaydı ! Toplam : 192449  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol